Büyük ölçüde hipopotamdan.
Washington dişlerinden muzdaripti. John Adams'a göre, Washington, dişleriyle Brezilya kestanesi kırdığı için dişlerini kaybetmişti; bununla birlikte, günümüzdeki tarihçiler bunun nedeninin muhtemelen, çiçek ve sıtma gibi hastalıkları tedavi etmek için kendisine verilen cıva oksit olduğunu ileri sürüyor.
Washington ilk dişini 22 yaşındayken kaybetti ve başkan olduğu zaman yalnızca bir dişi kalmıştı. Washington'un bir sürü takma dişi oldu; bunların dört tanesini John Greenwood adlı bir dişçi yaptı.
Yaygın kanının aksine bu takma dişlerden hiçbiri tahtadan yapılmadı. Washington başkan olduğu zaman yapılan takma diş, hipopotam ve fildişinden oyularak altın yaylarla tutturuldu. Hipopotam dişi, takma damak kısmında kullanıldı ve buraya gerçek insan dişi ile az miktarda at ve eşek dişi eklendi.
Diş sorunları Washington'a sürekli rahatsızlık veriyordu, bu yüzden afyon tentürü kullanıyordu ve çektiği acı, Washington'un başkanlık ofisindeyken çizilmiş portrelerinin çoğuna yansımıştı -şu anda halen kullanımda olan bir dolarlık banknotun üzerindeki resim de buna dahildir.
Ağzı hipopotam dişiyle dolu bir adamın aksi bakışlarının, Başkan'la arası iyi olmayan portreci Gilbert Stuart tarafından kasıtlı olarak abartıldığı sanılıyor.
Kaliteli takma dişler başka bir insanın dişlerinden yapılıyordu
Modern sentetik maddelerin icadına kadar, kaliteli takma dişler başka bir insanın dişlerinden yapılıyordu ama bunları edinmek zordu. Ayrıca bu dişler, çürükse ya da önceki sahibinde frengi varsa dökülebiliyordu.
Doğru dürüst takma dişlerin en iyi kaynağı ölmüş (ama ölmeden önce sağlığı yerinde olan) genç insanlardı ve bunları bulmanın en iyi yolu savaş alanıydı.
Ölen askerlerin dişleri yağmalandı
Bu savaş alanlarından biri Waterloo'ydu; bu savaşta 50.000 kişi öldü ve ölenlerin dişleri takma diş piyasasında satılmak üzere topluca yağmalandı. Bu olaydan sonra takma dişler yıllarca (başka bir yerden geldikleri zaman bile*) "Waterloo dişleri"* diye bilindi.
Takma dişlerin yapımında gerçek insan dişleri, Amerikan İç Savaşı'nın bereketli bir kaynak sunduğu 1860'lara kadar kullanıldı.
Yapay takma diş 19. yüzyılın sonunda ortaya çıktı. Denenen ilk maddelerden biri selüloitti, ama bunda belirgin bir başarı elde edilemedi.
Selüloitten yapılan takma dişlerin tadı pinpon topununkine benziyordu ve sıcak çay içtiğinizde eriyordu.
Tozlu Rafların Sırları - Hepsini Çözüyoruz !
9 Mart 2011 Çarşamba
İglolarda kim yaşar?
Muhtemelen artık kimse yaşamaz.
"İglo" (ya da iglu) kelimesi İnuitçede (Eskimo dili) "ev" anlamına gelir. İgloların çoğu taştan ya da hayvan derisinden yapılır.
Kardan yapılan iglolar, Thule halkının {İnuklerin öncülleri) hayat tarzının bir parçasıydı ve orta ve doğu Kanada'da çok yakın bir tarihe kadar kullanılıyordu.
*Yalnızca Kanada Eskimoları igloları kardan yapıyordu*
Bunları Alaska'da hiçkimse bilmiyordu. 1920'lerde yapılan nüfus sayımı sonucunda Grönland'da yaşayan 14.000 Eskimodan ise yalnızca 300'ü kardan yapılmış bir iglo görmüştü. Günümüzde bunlardan çok az kalmıştır. Avrupalıların gördüğü ilk iglolar, Martin Frobisher'in 1576'da Kuzey-Batı Geçidi'ni aradığı sırada Baffin Adası'nda karşılaştıklarıdır. Frobisher bir Eskimo tarafından kalçasından vurulunca, adamları birkaç İnuit öldürüp, birini esir aldı ve Londra'ya götürdü. Bu İnuit burada bir hayvan gibi sergilendi.
ABD'de Colorado eyaletinin Denver şehrindeki bir gazete 1920'lerde belediye binalarının önüne kardan yapılmış bir iglo dikti. Yanına birkaç Ren geyiği konulan bu iglonun önünde durup ziyaretçilere Alaska'da kendisinin ve diğer Ren geyiği çobanlarının bu tip evlerde yaşadığını anlatması için de Alaskalı bir Eskimo tuttu. Aslında bu Eskimo kardan yapılmış iglolan bir tek filmlerde görmüştü.
Kuzeydoğu Grönland'daki Thule'de ise tam tersine, yerliler iglo inşa etmekte o kadar uzmandılar ki, uzun karanlık kış mevsimleri boyunca düzenlenen dans, şarkı ve güreş yarışmaları için buzdan geniş koridorlar yaptılar.
Bu topluluk o kadar soyutlanmıştı ki, 19. yüzyılın başına kadar, dünyada yaşayan tek halkın kendileri olduğunu düşünüyorlardı.
"İglo" (ya da iglu) kelimesi İnuitçede (Eskimo dili) "ev" anlamına gelir. İgloların çoğu taştan ya da hayvan derisinden yapılır.
Kardan yapılan iglolar, Thule halkının {İnuklerin öncülleri) hayat tarzının bir parçasıydı ve orta ve doğu Kanada'da çok yakın bir tarihe kadar kullanılıyordu.
*Yalnızca Kanada Eskimoları igloları kardan yapıyordu*
Bunları Alaska'da hiçkimse bilmiyordu. 1920'lerde yapılan nüfus sayımı sonucunda Grönland'da yaşayan 14.000 Eskimodan ise yalnızca 300'ü kardan yapılmış bir iglo görmüştü. Günümüzde bunlardan çok az kalmıştır. Avrupalıların gördüğü ilk iglolar, Martin Frobisher'in 1576'da Kuzey-Batı Geçidi'ni aradığı sırada Baffin Adası'nda karşılaştıklarıdır. Frobisher bir Eskimo tarafından kalçasından vurulunca, adamları birkaç İnuit öldürüp, birini esir aldı ve Londra'ya götürdü. Bu İnuit burada bir hayvan gibi sergilendi.
ABD'de Colorado eyaletinin Denver şehrindeki bir gazete 1920'lerde belediye binalarının önüne kardan yapılmış bir iglo dikti. Yanına birkaç Ren geyiği konulan bu iglonun önünde durup ziyaretçilere Alaska'da kendisinin ve diğer Ren geyiği çobanlarının bu tip evlerde yaşadığını anlatması için de Alaskalı bir Eskimo tuttu. Aslında bu Eskimo kardan yapılmış iglolan bir tek filmlerde görmüştü.
Kuzeydoğu Grönland'daki Thule'de ise tam tersine, yerliler iglo inşa etmekte o kadar uzmandılar ki, uzun karanlık kış mevsimleri boyunca düzenlenen dans, şarkı ve güreş yarışmaları için buzdan geniş koridorlar yaptılar.
Bu topluluk o kadar soyutlanmıştı ki, 19. yüzyılın başına kadar, dünyada yaşayan tek halkın kendileri olduğunu düşünüyorlardı.
Dünyanın en büyük şehri hangisidir?
a. Mexico City
b. Sao Paolo
c. Mumbai
d. Honolulu
e. Tokyo
Bu tuzak bir soru olsa da, yanıt Honolulu'dur.
Hawaii eyaletinde 1907'de çıkarılmış bir yasaya göre Honolulu Şehri ve Honolulu İdari Bölgesi (County) aynı yeri ifade eder. Bu idari bölge, Honolulu şehrinin bulunduğu Oahu adasının geri kalanının yanısıra, Büyük Okyanus'ta 2400 km boyunca uzanan Kuzeybatı Hawaii adalarının kalanını da kapsar.
Bu da Honolulu'nun 5509 km2'yle en büyük yüzölçümüne sahip şehir olduğu anlamına gelir; ama bu şehrin nüfusu yal-nızca 876.156'dır. Şehrin yüzde 72'si deniz suyuyla kaplıdır.
Dünyanın en kalabalık şehri, 12,8 milyonluk nüfusu ve 440 km²'lik yüzölçümüyle Mumbai'dir: Km² başına 29.042 kişi! Eğer bütün anakent alanı dahil edilirse en kalabalık şehir, 3.500 km² üzerinde yaşayan 35,2 milyon kişiyle Tokyo olur.
Honolulu, Hawaii eyaletinin başkentidir, ama Hawaii adasında değildir. Çok daha küçük, ama nüfus yoğunluğu çok daha fazla olan Oahu adasında yer alır. Hawaii büyük nüfus merkezlerinin en ıssızıdır.
Havvaii Takımadası'ndaki adalar dünyanın en büyük dağ silsilesinin çıkıntı yapan tepeleridir. Hawaii kahve yetişen tek ABD eyaletidir. Dünyada yetişen ananasların üçte birinden fazlası Hawaii'den gelir ve kişi basma en çok konserve eti Hawaii'liler tüketir: Yılda yedi milyon teneke.
Konserve etin bu kadar yaygın olmasının sebebi bilinmiyor, ama muhtemelen İkinci Dünya Savaşı sırasında adada çok sayıda Amerikan askeri bulunmasından ve bir hortum sırasında konserve etin çok kullanışlı olmasından kaynaklanmaktadır. Kızarmış konserve etli pilav bir Hawaii klasiğidir.
Kaptan Cook, Hawaii adalarını 1778'de keşfetti ve sponsoru Kont Sandwich anısına buranın adını Sandwich adaları olarak değiştirdi. Cook 1779'da Hawaii'de öldürüldü.
19. yüzyılın başına gelindiğinde bu adalar Hawaii Krallığı diye biliniyordu. Hawaii 1900'de ABD topraklarına dahil edilmesine ve 1959'da ABD'nin 50. eyaleti olmasına rağmen, bayrağında Birleşik Krallık'ın bayrağını taşıyan tek ABD eyaletidir.
b. Sao Paolo
c. Mumbai
d. Honolulu
e. Tokyo
Bu tuzak bir soru olsa da, yanıt Honolulu'dur.
Hawaii eyaletinde 1907'de çıkarılmış bir yasaya göre Honolulu Şehri ve Honolulu İdari Bölgesi (County) aynı yeri ifade eder. Bu idari bölge, Honolulu şehrinin bulunduğu Oahu adasının geri kalanının yanısıra, Büyük Okyanus'ta 2400 km boyunca uzanan Kuzeybatı Hawaii adalarının kalanını da kapsar.
Bu da Honolulu'nun 5509 km2'yle en büyük yüzölçümüne sahip şehir olduğu anlamına gelir; ama bu şehrin nüfusu yal-nızca 876.156'dır. Şehrin yüzde 72'si deniz suyuyla kaplıdır.
Dünyanın en kalabalık şehri, 12,8 milyonluk nüfusu ve 440 km²'lik yüzölçümüyle Mumbai'dir: Km² başına 29.042 kişi! Eğer bütün anakent alanı dahil edilirse en kalabalık şehir, 3.500 km² üzerinde yaşayan 35,2 milyon kişiyle Tokyo olur.
Honolulu, Hawaii eyaletinin başkentidir, ama Hawaii adasında değildir. Çok daha küçük, ama nüfus yoğunluğu çok daha fazla olan Oahu adasında yer alır. Hawaii büyük nüfus merkezlerinin en ıssızıdır.
Havvaii Takımadası'ndaki adalar dünyanın en büyük dağ silsilesinin çıkıntı yapan tepeleridir. Hawaii kahve yetişen tek ABD eyaletidir. Dünyada yetişen ananasların üçte birinden fazlası Hawaii'den gelir ve kişi basma en çok konserve eti Hawaii'liler tüketir: Yılda yedi milyon teneke.
Konserve etin bu kadar yaygın olmasının sebebi bilinmiyor, ama muhtemelen İkinci Dünya Savaşı sırasında adada çok sayıda Amerikan askeri bulunmasından ve bir hortum sırasında konserve etin çok kullanışlı olmasından kaynaklanmaktadır. Kızarmış konserve etli pilav bir Hawaii klasiğidir.
Kaptan Cook, Hawaii adalarını 1778'de keşfetti ve sponsoru Kont Sandwich anısına buranın adını Sandwich adaları olarak değiştirdi. Cook 1779'da Hawaii'de öldürüldü.
19. yüzyılın başına gelindiğinde bu adalar Hawaii Krallığı diye biliniyordu. Hawaii 1900'de ABD topraklarına dahil edilmesine ve 1959'da ABD'nin 50. eyaleti olmasına rağmen, bayrağında Birleşik Krallık'ın bayrağını taşıyan tek ABD eyaletidir.
Amerika adını nereden almıştır ?
İtalyan tüccar ve haritacı Amerigo Vespucci'den DEĞİL, Galli ve zengin bir Bristol tüccarı *Richard Ameryk*'ten almıştır. Ameryk, John Cabot'un (1497 ve 1498'de gerçekleştirdiği yolculuklar daha sonra Britanya'nın Kanada üzerindeki hak iddialarına temel oluşturan İtalyan denizci Giovanni Caboto'nun İngiliz'cesi) ikinci transatlantik yolculuğundaki baş sermayedardı. Cabot 1484'te Cenova'dan Londra'ya gitti ve Kral VII. Henry'den batıdaki bilinmeyen toprakları araştırma izni aldı.
Cabot, küçük gemisi Matthew'le Mayıs 1497'de Labrador'a ulaştı ve Amerika toprağına ayak basan ilk Avrupalı oldu: Vespucci'den iki yıl erken davranmıştı.
Cabot, Nova Scotia'dan Newfoundland'a kadar Kuzey Amerika kıyı şeridinin haritasını çıkardı. Richard Ameryk yolculuğun baş sponsoru olarak keşiflere kendi adının verilmesini bekleyecekti. O yıl Bristol yıllığında şöyle bir not vardır: *"... Vaftizci Yahya Günü'nde [24 Haziran] Amerika toprağı, Mathew adlı bir Bristol gemisiyle Bristollü tüccarlar tarafından bulundu."* Bu not neler olup bittiğini gayet iyi açıklıyor.
Bu yıllığın orijinal el yazması mevcut olmamasına rağmen, günümüze ulaşan diğer belgelerde bu metne bir dizi referans vardır. Bu, yeni kıtadan bahsedilirken "Amerika" tabirinin ilk kullanılışıdır.
Bu adı kullanan ve günümüze ulaşan en eski harita, Martin Waldseemüller'in 1507 tarihli büyük dünya haritasıdır; ama bu harita sadece Güney Amerika'yı gösteriyordu. Waldse-emüller notlarında Amerika isminin, Amerigo Vespucci'nin adının Latince versiyonundan türetildiğini varsaydı, çünkü Vespucci 1500-1502 arasında Güney Amerika kıyısını keşfedip buranın haritasını çıkarmıştı.
Bu durum, onun emin olmadığını ve diğer haritalarda (muhtemelen Cabot'nunkinde) görmüş olduğu bir ismin kökenini açıklamaya çalıştığını akla getiriyor, "Amerika" adının bilindiği ve kullanıldığı tek yer Bristol'dü -
Fransa'da yaşayan Waldseemüller'nin gitmesi muhtemel olan bir yer değildi. Waldseemüller anlamlı bir biçimde, 1513 tarihli dünya haritasında "Amerika"yı "Terra Incognita [Bilinmeyen Topraklar]" olarak değiştirdi.
Vespucci Kuzey Amerika'ya hiç varamadı
Yapılan ilk haritalar ve ticaret İngilizler tarafından gerçekleştirildi. Yaptığı keşif sırasında "Amerika" adını da kullanmadı.
Bunun için geçerli bir neden daha var. Yeni ülkelere ya da kıtalara hiçbir zaman bir kişinin adı verilmemiştir; buralara daima bu kişinin soyadı verilmiştir (Tazmanya, Van Diemen Toprakları ya da Cook Adalari'nda olduğu gibi).
Eğer İtalyan kaşif buraya bilinçli olarak kendi adını vermiş olsaydı, Amerika'nın adı "Vespucci Toprağı" (ya da Vespuccia) olacaktı.
Cabot, küçük gemisi Matthew'le Mayıs 1497'de Labrador'a ulaştı ve Amerika toprağına ayak basan ilk Avrupalı oldu: Vespucci'den iki yıl erken davranmıştı.
Cabot, Nova Scotia'dan Newfoundland'a kadar Kuzey Amerika kıyı şeridinin haritasını çıkardı. Richard Ameryk yolculuğun baş sponsoru olarak keşiflere kendi adının verilmesini bekleyecekti. O yıl Bristol yıllığında şöyle bir not vardır: *"... Vaftizci Yahya Günü'nde [24 Haziran] Amerika toprağı, Mathew adlı bir Bristol gemisiyle Bristollü tüccarlar tarafından bulundu."* Bu not neler olup bittiğini gayet iyi açıklıyor.
Bu yıllığın orijinal el yazması mevcut olmamasına rağmen, günümüze ulaşan diğer belgelerde bu metne bir dizi referans vardır. Bu, yeni kıtadan bahsedilirken "Amerika" tabirinin ilk kullanılışıdır.
Bu adı kullanan ve günümüze ulaşan en eski harita, Martin Waldseemüller'in 1507 tarihli büyük dünya haritasıdır; ama bu harita sadece Güney Amerika'yı gösteriyordu. Waldse-emüller notlarında Amerika isminin, Amerigo Vespucci'nin adının Latince versiyonundan türetildiğini varsaydı, çünkü Vespucci 1500-1502 arasında Güney Amerika kıyısını keşfedip buranın haritasını çıkarmıştı.
Bu durum, onun emin olmadığını ve diğer haritalarda (muhtemelen Cabot'nunkinde) görmüş olduğu bir ismin kökenini açıklamaya çalıştığını akla getiriyor, "Amerika" adının bilindiği ve kullanıldığı tek yer Bristol'dü -
Fransa'da yaşayan Waldseemüller'nin gitmesi muhtemel olan bir yer değildi. Waldseemüller anlamlı bir biçimde, 1513 tarihli dünya haritasında "Amerika"yı "Terra Incognita [Bilinmeyen Topraklar]" olarak değiştirdi.
Vespucci Kuzey Amerika'ya hiç varamadı
Yapılan ilk haritalar ve ticaret İngilizler tarafından gerçekleştirildi. Yaptığı keşif sırasında "Amerika" adını da kullanmadı.
Bunun için geçerli bir neden daha var. Yeni ülkelere ya da kıtalara hiçbir zaman bir kişinin adı verilmemiştir; buralara daima bu kişinin soyadı verilmiştir (Tazmanya, Van Diemen Toprakları ya da Cook Adalari'nda olduğu gibi).
Eğer İtalyan kaşif buraya bilinçli olarak kendi adını vermiş olsaydı, Amerika'nın adı "Vespucci Toprağı" (ya da Vespuccia) olacaktı.
Su, küvet deliğinden hangi yönde boşalır?
a.Saat yönünde
b. Saat yönünün tersine
c. Hiçbir yere sapmadan dümdüz
d. Duruma göre değişir
Duruma göre değişir.
Banyodaki suyu sarmal biçimde sürükleyen şeyin -Dünya'nın dönmesi sonucu oluşan- Coriolis kuvveti olduğu şeklindeki yaygın kanı doğru değildir.
Coriolis kuvveti, kasırga ve okyanus akıntıları gibi büyük çaplı ve uzun süreli hava olaylarını etkilemesine rağmen, evlerdeki su tesisatına etkide bulunmak için fazlasıyla zayıf kalır. Suyun boşalma yönünü küvetin şekli, küvetin hangi yönden doldurulduğu ve küveti yıkarken ya da tıkaç çekildiğinde oluşan girdaplar belirler.
Küçük bir su giderine ve suyu sarsmadan çekilebilen bir tıkaca sahip tam simetrik bir tencere suyla doldurulup, sudaki hareketin tamamen durulması için bir hafta civarı bekletilirse, ilkesel olarak küçük bir Coriolis etkisi fark etmek mümkün olabilir; bu Coriolis etkisi kuzey yarımkürede saat yönünün tersine doğruyken, güney yarımkürede saat yönündedir.
Bu yanlış kanıya, Michael Palin'in Pole-to-Pole [Kutuptan Kutba] adlı belgesel dizisinde yer bulmasından ötürü bir nebze inanılmıştır. Bu dizide Kenya'nın Nanyuki şehrindeki bir şovmen bu etkinin varlığını Ekvator'un her iki tarafında kanıtladığını iddia ediyordu; ama bu etkinin varolduğunu varsaysak bile belgeseldeki kanıtlama girişimi, dolaşımın yönünü yanlış yönde gösteriyordu.
b. Saat yönünün tersine
c. Hiçbir yere sapmadan dümdüz
d. Duruma göre değişir
Duruma göre değişir.
Banyodaki suyu sarmal biçimde sürükleyen şeyin -Dünya'nın dönmesi sonucu oluşan- Coriolis kuvveti olduğu şeklindeki yaygın kanı doğru değildir.
Coriolis kuvveti, kasırga ve okyanus akıntıları gibi büyük çaplı ve uzun süreli hava olaylarını etkilemesine rağmen, evlerdeki su tesisatına etkide bulunmak için fazlasıyla zayıf kalır. Suyun boşalma yönünü küvetin şekli, küvetin hangi yönden doldurulduğu ve küveti yıkarken ya da tıkaç çekildiğinde oluşan girdaplar belirler.
Küçük bir su giderine ve suyu sarsmadan çekilebilen bir tıkaca sahip tam simetrik bir tencere suyla doldurulup, sudaki hareketin tamamen durulması için bir hafta civarı bekletilirse, ilkesel olarak küçük bir Coriolis etkisi fark etmek mümkün olabilir; bu Coriolis etkisi kuzey yarımkürede saat yönünün tersine doğruyken, güney yarımkürede saat yönündedir.
Bu yanlış kanıya, Michael Palin'in Pole-to-Pole [Kutuptan Kutba] adlı belgesel dizisinde yer bulmasından ötürü bir nebze inanılmıştır. Bu dizide Kenya'nın Nanyuki şehrindeki bir şovmen bu etkinin varlığını Ekvator'un her iki tarafında kanıtladığını iddia ediyordu; ama bu etkinin varolduğunu varsaysak bile belgeseldeki kanıtlama girişimi, dolaşımın yönünü yanlış yönde gösteriyordu.
Su ne renktir ?
Alışıldık cevap suyun rengi olmadığıdır; su "şeffaf" ya da "saydam"dır ve denizin mavi görünmesinin tek sebebi gökyüzünün denizin üzerine yansımasıdır.
Yanlış.
Su aslında mavidir.
Son derece soluk bir tonudur, ama mavidir. Bunu doğada, kardaki derin bir deliğe ya da donmuş bir şelalenin kalın buzlarının içine baktığınızda görebilirsiniz. Çok büyük ve çok derin beyaz bir havuzu suyla doldurup içine baktığınızda, su mavi görünecektir.
Bu soluk mavi ton, suyun içine değil ama suya baktığımızda, bazen neden şaşırtıcı bir biçimde mavi renk aldığını açıklamaz. Gökyüzünden yansıyan renk kesinlikle önemli bir rol oynar. Bulutlu bir günde deniz tam olarak mavi görünmez. Ama gördüğümüz ışığın tamamı suyun yüzeyinden yansımaz; bu ışığın bir kısmı yüzeyin altından gelir. Su ne kadar bulanıksa, o kadar çok renk yansıtır.
Denizler ve göller gibi büyük su kütleleri genellikle son derece yoğun bir biçimde mikroskobik bitki ve su yosunu içerir. Irmaklar ve göletler son derece yoğun bir biçimde toprak ve diğer katı asıltıları içerir. Bütün bu parçacıklar, suyun yüzeyine geri dönen ışığı yansıtıp dağıtarak gördüğümüz renklerde büyük sapmalara neden olurlar. Parlak mavi bir gökyüzünün altında bazen göz kamaştırıcı yeşil bir Akdeniz görmemizin sebebi budur.
Yanlış.
Su aslında mavidir.
Son derece soluk bir tonudur, ama mavidir. Bunu doğada, kardaki derin bir deliğe ya da donmuş bir şelalenin kalın buzlarının içine baktığınızda görebilirsiniz. Çok büyük ve çok derin beyaz bir havuzu suyla doldurup içine baktığınızda, su mavi görünecektir.
Bu soluk mavi ton, suyun içine değil ama suya baktığımızda, bazen neden şaşırtıcı bir biçimde mavi renk aldığını açıklamaz. Gökyüzünden yansıyan renk kesinlikle önemli bir rol oynar. Bulutlu bir günde deniz tam olarak mavi görünmez. Ama gördüğümüz ışığın tamamı suyun yüzeyinden yansımaz; bu ışığın bir kısmı yüzeyin altından gelir. Su ne kadar bulanıksa, o kadar çok renk yansıtır.
Denizler ve göller gibi büyük su kütleleri genellikle son derece yoğun bir biçimde mikroskobik bitki ve su yosunu içerir. Irmaklar ve göletler son derece yoğun bir biçimde toprak ve diğer katı asıltıları içerir. Bütün bu parçacıklar, suyun yüzeyine geri dönen ışığı yansıtıp dağıtarak gördüğümüz renklerde büyük sapmalara neden olurlar. Parlak mavi bir gökyüzünün altında bazen göz kamaştırıcı yeşil bir Akdeniz görmemizin sebebi budur.
Bekaret kemeri ne işe yarar ?
Haçlı Seferi'ne katılan bir askerin karısına bekaret kemeri bağlayıp anahtarını da boynuna asarak savaşa gittiği kanısı, okurları heyecanlandırmak için tasarlanmış bir 19. yüzyıl fantezisidir.
Ortaçağ'da bile bekaret kemeri kullanıldığına dair pek az kanıt vardır. Bekaret kemeriyle ilgili bilinen ilk çizim 15. yüzyıla aittir. Konrad Kyeser'in Belltfortis'i (Savaşma Gücü) Haçlı Seferleri'nin sona ermesinden çok sonra, çağdaş askeri donanım üzerine yazılmış bir kitaptı. Kitapta Floransalı kadınların giydiği "sağlam demir külot"un bir çizimi yer alıyordu. Kemerin kontrolünün erkekte değil, (Floransalı züppelerin istenmeyen ilgisinden korunmak için) kadında olduğu anlamına gelmektedir. Müzelerdeki koleksiyonlarda, "Ortaçağ'daki" bekaret kemerlerinin çoğunun gerçekliğinin şüpheli olduğu görüldü ve bunlar gösterimden kalktı. Muhtemelen bu bekaret kemerlerinin çoğu, tıpkı "Ortaçağ'daki" işkence aletleri gibi, 19. yüzyılda Almanya'da "uzman" koleksiyoncuların merakını gidermek için yapıldı.
Aynı zamanda 19. yüzyılda yeni bekaret kemerlerinin satışında bir artış görüldü; ama bunlar kadınlar için değildi.
Viktorya dönemi tıp kuramına göre mastürbasyon sağlığa zararlıydı. Ellerinin rahat durmayacağı düşünülen erkekler bu faydalı çelik külotları giymeye zorlanıyordu. Ama satışlardaki asıl patlama, "sex shop"ların büyüyen bağlama fantezisi piyasasından yararlanmasıyla birlikte, son 50 yılda yaşandı. Günümüzde, Ortaçağ'dakinden çok daha fazla bekaret kemeri var. Paradoksal biçimde, seksi önlemek için değil, uyarmak için varlar.
Ortaçağ'da bile bekaret kemeri kullanıldığına dair pek az kanıt vardır. Bekaret kemeriyle ilgili bilinen ilk çizim 15. yüzyıla aittir. Konrad Kyeser'in Belltfortis'i (Savaşma Gücü) Haçlı Seferleri'nin sona ermesinden çok sonra, çağdaş askeri donanım üzerine yazılmış bir kitaptı. Kitapta Floransalı kadınların giydiği "sağlam demir külot"un bir çizimi yer alıyordu. Kemerin kontrolünün erkekte değil, (Floransalı züppelerin istenmeyen ilgisinden korunmak için) kadında olduğu anlamına gelmektedir. Müzelerdeki koleksiyonlarda, "Ortaçağ'daki" bekaret kemerlerinin çoğunun gerçekliğinin şüpheli olduğu görüldü ve bunlar gösterimden kalktı. Muhtemelen bu bekaret kemerlerinin çoğu, tıpkı "Ortaçağ'daki" işkence aletleri gibi, 19. yüzyılda Almanya'da "uzman" koleksiyoncuların merakını gidermek için yapıldı.
Aynı zamanda 19. yüzyılda yeni bekaret kemerlerinin satışında bir artış görüldü; ama bunlar kadınlar için değildi.
Viktorya dönemi tıp kuramına göre mastürbasyon sağlığa zararlıydı. Ellerinin rahat durmayacağı düşünülen erkekler bu faydalı çelik külotları giymeye zorlanıyordu. Ama satışlardaki asıl patlama, "sex shop"ların büyüyen bağlama fantezisi piyasasından yararlanmasıyla birlikte, son 50 yılda yaşandı. Günümüzde, Ortaçağ'dakinden çok daha fazla bekaret kemeri var. Paradoksal biçimde, seksi önlemek için değil, uyarmak için varlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)